22 Ocak 2017 Pazar

ALES'ten Nasıl 90 Üzeri Aldım? İşe Yarayacak Öneriler!

Merhaba değerli ziyaretçiler. Bu yazıyı okuyor olduğunuza göre ALES ten yüksek puan almak veya varolan puanınızı yükseltmek niyetindesiniz. Öyleyse size nasıl ALES'ten 91 aldığımı anlatacağım. 

Öncelikle biraz kendimden bahsedeyim bu sayede matematik ve türkçe altyapım hakkında da bilgi vermiş olurum. Ben düz lise okudum ve Hacettepe Üniversitesi iktisat bölümünü kazandım ve mezun oldum. Şimdi ise Marmara Üniversitesi İngilizce iktisat bölümünde yüksek lisans yapıyorum ve ismini vermek istemediğim bir özel üniversitede de araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. 
Şimdi ALES için önerilere geçelim!

1. Ekol Hoca faktörünü es geçmeyin!

Ekol Hoca'yı 11. sınıftan beri takip ederim. Okulda veya dersanede kavrayamadığım konuları ekolhoca.com adresine girip videoları izletip öğrenirdim. Hocanın müthiş sade anlatışı sayesinde matemateğimi geliştirme imkanına sahip oldum ve matematik altyapımı inşa ettim. Üniversite sınavında bana faydası olduğu kadar ALES'te de faydası oldu. ALES'e girmeden 2 ay önce tüm videoları baştan sona izlemeye başladım ve hemen arkasından sorular çözmeye başladım. Bu benim çalışma yöntemimin ilk adımıydı.

2. Kitap Kapaklarına Aldanmayın, Ne Bulursanız Çözün!

Kitap kapaklarının üzerinde YGS, ALES, KPSS vs vs gibi sınav isimleri değişir ama içeriği bir iki ünite dışında aynıdır. Yani elinize YGS kitabı mı geçti? Bu ales için değil diyip bir kenara bırakmayın, elinize geçen her kaynağı çözün, 

3. Kronometre Yoldaşınız Olsun!

ALES bilginin dışında hızı da ölçen bir sınav olduğundan, 90 üzeri puan elde edebilmeniz için soruların 4'te 3 ünü görebilmeniz lazım. Bunun için de pratik olmanız lazım, sınava daha önce girenler genelde hep sürenin yetmediğinden yakınırlar. Evet, yetmiyor ben sınava ilk girdiğimde 74 aldım, süreyi yetiştiremedim. Hazırlanırken soru çözme esnasında kendinize süre belirleyip çalışırsanız zamanla yarıştığınız bilinçaltınıza işleyerek sınavda sizi hızlandıracaktır. Tabi, yeterli pratiği yapmazsanız sizi paniğe de sürükleyebilir. Hazırlık önemli!

4. Deneme Yerine Çıkmış Soru Çözün

Piyasa gerçek sınavın kenarına köşesine yaklaşamayan gereksiz denemelerle dolu. Lütfen kendinize deneme seti almayın, hem vaktinize hem paranıza yazık edersiniz. Çıkmış sorular seti satan yayınlar var bunlara bakın. Ben yediiklim çıkmış sorular denemelerini çözüyordum. Zaten çıkmış soruları çözdükçe ve yükselttikçe gerçek sınavda alacağınız puanı bir nevi sezinlemiş oluyorsunuz. Ben 91 almadan önce çıkmış sorular çözerek git gide yükselttiğimi görüyordum ve 90 üzeri hedeflerimi gerçekleştireceğime inanmıştım.

Herkese sınavda başarılar dilerim. Önerilerim kişiseldir, kendi düşüncelerimi yansıtmaktadır. 


17 Ocak 2017 Salı

Wroclaw'da Erasmus - University of Wroclaw, Polonya

Merhaba arkadaşlar. Bu yazıda size Wroclaw'da yaşadığım Erasmus deneyimimden kısaca bahsedeceğim. 

Öncelikle ben, ekonomi bölümü öğrencisi olarak Universytet Wroclawski'de Managerial Economics bölümünde erasmus yaptım. Bu bölüm yüksek lisans bölümü, ancak ben lisans bölümü öğrencisiyim. Bununla ilgili herhangi bir sorun yaşamıyorsunuz çünkü bu üniversitede lisans bölümleri lehçe, yüksek lisans bölümleri ise ingilizce. Bu yüzden bunu bir nevi zorunluluk olarak görmekte fayda var.

Yurt olarak okul size iki tane seçenek sunuyor. Bunlar Kredka ve Olowek adlı iki yanyana gökdelen görünümlü bina. Benim erasmus yaptığım yıl 477 zlotyken şimdi 500 zloty olmuş aylık. Bir aylık da peşin depozito yatırmanız gerekiyor, odada herhangi bir zarara yol açmadığınız sürece dönüşte bu parayı geri alıyorsunuz. Odalar temiz ve bakımlı. Yurt olduğuna bakmayın bir nevi apart sayılır. İki oda var bu odalar iki kişilik ve 4 kişi banyo ve mutfağı ortak kullanıyorsunuz. Youtube'a "kredka olowek akademik" yazarsanız bir sürü video çıkıyor bunlardan bilgi edinebilmeniz mümkün.

Wroclaw muhteşem bir şehir, bana kalırsa Gdansk ve Krakow'la birlikte Polonya'nın en güzel şehirlerinden birisidir. Tertemiz ve sakin sokaklar, düzenli caddeler, az insan, çok huzur. Özellikle benim gibi büyük şehirde (İstanbul) yaşayıp kalabalıktan bunalmış bir insansanız Wroclaw sizin için biçilmiş kaftan.


14 Aralık 2016 Çarşamba

Girişimcilik Üzerine; Lukas YLA adlı Litvanyalı gencin ilginç hikayesi

Bu blogun konusu belli, yurtdışı yaşam, eğitim, kariyer ve ara ara konu dışı ama gereksiz olmayan bilgiler.

Her neyse! Bugün bahsedeceğim konu bir hayli ilginç. 
Lukas YLA, 24 yaşında ve Litvanya'da doğmuş büyümüş, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler eğitimi almış bir genç. Teknolojiye ve start-uplara ilgisi büyük. Küçüklüğünden beri San Francisco'da çalışmayı hayal etmiş. Nasıl etmesin? Teknolojinin kalbi Mountain View kasabasında atıyor.

Litvanya'da CityBee adlı bir araç kiralama şirketinin pazarlama biriminde çalışırken aklına çılgın bir fikir gelir. İşi bırakıp, pılı pırtı toplayın San Francisco'ya gider. (Okuyan arkadaşlar Amerika'ya gitmek ne kadar kolaymış! yok mu vize mize? diyebillir, ama ABD'nin çoğu AB ülkesi vatandaşları için 90 günlük vize muafiyeti var lütfen bunu göz önünde bulundurunuz.) 

San Francisco'ya geldikten sonra PostMates adlı Donut şirketinin tişörtünü bastırmaya koyulur ancak bu o kadar kolay değildir. Malum, hiçbir copy center böyle bir riski almak istemez ama eninde sonunda Lukas yolunu bulur ve, PostMates delivery guy tişörtüyle birlikte tek tek teknoparkı gezmeye koyulur. 

İlginç kısım şimdi başlıyor! Lukas CV'sini Donut kutusuna yerleştirir ve servis elemanı olarak teknoparktaki tüm startupları ziyaret eder.Ve donut bırakma ayağına patronlara cvsini bırakmayı başarır.

Söylenecek çok şey yok, yaratıcı fikirler her zaman takdir edilir ve mükafatını bulur. 

30 Mart 2016 Çarşamba

Amerika'da Yaşam ve Kaçak Çalışmak


Yakında Amerika'da bulunduğum süre hemen hemen dört yıl olacak.Şu ana kadar sadece bir kez gittim Türkiye'ye, o yuzden hatalarım olursa kusura bakmayın. 

Amerika'ya gelmeyi düşünen arkadaşlar, eğer ilk kez geleceklerse çok büyük hayaller ve düşünceler içinde gelmesinler. Amerika bizim o sinemalarda gördüğümüz
filmlerdeki gibi değil, genelde çok daha farklı. Herkesin dediği fırsatlar ülkesi lafı da bence biraz abartı. Kültürleri ve de şehir yaşantıları çok farklı. New York, Los Angeles, Chicago gibi birkaç büyük şehir dışında Türkiye'deki gibi birbiri içine girmiş bir şehir yaşantısı görmek çok zor. 

Eğer küçük bir şehirde okuyorsanız bir arabaya gerçekten ihtiyacınız olacaktır. Yurtta veya okula yakın bir yerlerde kalırsaniz, araba sadece dışarı çıkmak, gezmek, sağa sola gitmek için kullanırsınız. 

Buradaki Amerikalı insanlar genelde canayakın ve arkadaş canlısı, ama tabii hepsi değil. Okullardaki 'fraternity' ve 'sorority' gruplarının üyeleri pek fazla arkadaş canlısı değil, sizlerle pek fazla konuşmak istemezler. Hatta bu üyeler üye olmayan Amerikalıları bile genelde çok yakın görmüyorlar. Sadece merhaba demekle yetiniyorlar. Ama insanlar iyi ve de yardımcı, İngilizce'nizi ilerletmenize çok faydaları oluyor. 

Amerika'daki yaşam biçimi gerçekten de çok farklı. Trafik olayı çok fazla değil. Hatta öyle ki, New York ve Chicago dışında gezdiğim şehirlerin hiçbirinde ben daha trafik polisine rastlamadım. İnsanlar gerçekten de trafik kurallarına muhteşem bir şekilde uyuyorlar. Zaten trafik cezaları da çok pahalı. Eğer araba alırsanız araba sigortası yaptırmak zorundasınız. Sigortanızı bence 'full coverage' yaptırın, çünkü kaza yaparsanız masraflar çok fazla. Sigortalar gerçekten pahalı, sigorta yaptırırken evli olduğunuzu belirtin, fiyatta büyük bir indirim yapıyorlar. 

İnsanlar 'football' izliyorlar, bizim oynadığımız futbola ise 'soccer' diyorlar. Hele Amerikan futbolu final maçında herkes kesin evinde bira içip pizza yiyerek maç seyrediyor. Burada farkettiğim en büyük farklılıklardan biri de insanların kurallara hassasiyetle uymaları ve Amerika'da yaşayan herkesin hiçbir ayırım olmadan aynı haklara sahip olması. Ayrıca yaşam standartları genelde oldukça yüksek. Amerikan halkı rahata çok fazla alışmış bir toplum. İki adım ötedeki markete bile arabayla gidiyorlar, biraz tembellik söz konusu gibime geliyor. Zaten genel olarak fazla kilolu bir toplum, ve de bunu reddetmiyorlar, gerçeklerden kaçan bir toplum değiller.

Burada okurken bir iş bulmak istiyorsaniz öncelikle iş izni almanız gerekiyor. Bunun için de en az 9 ay boyunca okula devam etmiş olmanız gerekiyor. Daha sonra INS'e (Göçmen Bürosu) belgelerinizi yolladıktan sonra size part-time, haftada 20 saat çalışma izni veren bir kart yolluyorlar. Ben şu an çalışıyorum, ve de çalıştığım şirket pek fazla umursamıyor 20 saat sınırını. O yüzden kimi zamanlar bana 35-40 saat veriyorlar her hafta. Okurken çalışabilirseniz bu size gerçekten de çok yardımcı olur. Ayda 400 USD veya daha fazla kazanabilirsiniz. Bu da sizin ekstra harcamalarınıza, kiranıza falan katkıda bulunabilir.

Ben memleket özlemine alıştım ama yine de arada sırada Türkiye'de olabilme isteğim oluyor. İşte böyle zamanlar çok zor olabilir. Bu zamanlarda fazla düşünmenize, kendinizi yıpratmanıza gerek yok. Birçok telefon şirketi var. Dakikasına 20 ila 40 sent arası değişen bir ücret ödeyerek Türkiye'ye telefon açabilirsiniz.Ben bu şirketleri kullanmıyorum. Onun yerine hazır telefon kartlarını tercih ediyorum. En son satın aldığım bir telefon kartına 10 USD verip 89 dakika konuşabildim. Bu tür telefon kartları her yerde satılmıyor. O yüzden internetten de sipariş vermeyi deneyebilirsiniz.

Hepinize bol şanslar, başarılar...

14 Mart 2016 Pazartesi

Amerika Boston'da Yaşam - Bir Hikaye


İki yıldır Boston'da yaşayan bir Türk olarak sizlerle bazı tecrübelerimi paylaşayım dedim…Gelişimin hikayesi başka bir haftanın yazısına kalsın

Bütün bu yazdıklarımın Massachusetts Eyaletinde yaşanmış olduğunu ve Amerika'da kuralların ve uygulamaların eyaletten eyalete değişiklik gösterebileceğini de en baştan hatırlatmak isterim

Massachusetts eyaleti (özellikle Boston ve çevresi) 50'nin üzerindeki okul sayısıyla Amerika'da "Eğitimin Kalbi" olarak kabul edilir. Bunu vaktiyle gezgin milletimiz de farketmiş olduğundan (Türk öğrenci nüfusunun en yoğun olduğu yer olarak) "Bostancı" olarak da anılır bazılarınca. Eğer "Ben soğuğa (kışın eksi 20'leri göreceksiniz!) dayanabilirim ve bütçem geniş" diyorsanız (Amerika'nin üçüncü en pahalı şehridir Boston) üniversite eğitimi için ideal bir yer buldunuz işte...

"Boston civarında ucuz bir okul bulmak istiyorum, kapağı bir atayım da gerisi kolay" diyen arkadaşlara bir not: Benim bulabildiğim en ucuz okul Quincy College idi...Yıllık ücreti 4-5 bin dolar seviyesinde geziniyor (aldığınız ders sayısıyla orantılı olarak yükselir bu rakam). İki yıllık bir okuldur. Gidenler arasında eğitim kalitesinden şikayet edenini duymadım henüz. İyi bir not ortalamasıyla geri kalan üniversite eğitiminizi tamamlamak üzere birçok iyi okula transfer olmayı da garantilersiniz.

Boston'da büyük ihtimalle sokakta yürürken bir sürü tanıdığa rastlayacaksınız, yabancılık çekme olayınız da minimuma inmiş olacaktır böylece

Benden de kısa kısa "tip"ler:

* Social Security Numarasi: Birçok yerde işinize yarayacağından, gelir gelmez alıp sağlam bir kredi geçmişi oluşturmaya başlamanızda fayda var. Öğrenci olarak geldiyseniz, çalışmadan da alabilirsiniz (Üniversitelere oranla kapasiteleri daha küçük olan özel dil kurslarında bu şansınız daha düşüktür, çünkü genel olarak öğrencilerin yapabileceği pek iş yoktur) Okulunuzdaki International Student Office'e gidip okulda çalışmak istediğinizi söyleyin, size Social Security Administration'a verilmek üzere, okulda çalışabileceğinizi gösteren bir mektup vereceklerdir. -Eğer ki okulda yapabileceğiniz bir iş olmadığını söyleyip size zorluk çıkarırlarsa okuldaki bookstore, kafeterya türü yerlere gidip çalışmak istediğinizi söyleyin, bu tür yerler özellikle dönem başı ve sonlarında geçici ekstra elemana ihtiyaç duyarlar, (ki bunlar da çoğunlukla öğrencilerdir) kabul edilme şansınız yüksektir. Ondan sonra gidip "ben iş buldum bile!" derseniz yazıyı alırsınız- Siz de bu mektup ve gerekli diğer belgelerle birlikte (bkz. MeZUN.COM "social security numarası nasıl alınır?") size en yakın social security ofisine giderseniz numaranızı ertesi gün öğrenebilir, kredi karti başvurusu vs. yapabilirsiniz...(Adresinize postalanacak olan kartı beklemenize gerek yok, size başvurunuzu yapınca verilmiş olan makbuz türü kağıtta bir 800'lü numara göreceksiniz, o telefonu başvurunuzdan 24 saat sonra arayıp social sec. numaranızı öğrenebilirsiniz. Kartın kendisi size iş başvurusu yapacağınız zamanlar haricinde pek lazım olmayacaktır, güvenli bir yerde saklamanızda ve numarayı ezberlemenizde fayda var.)

* Kredi Geçmişi: Bir kere social security numarasını aldıktan sonra artık kredi geçmişi oluşturmaya başlayabilirsiniz... Amerika'da daha önceden borç alıp geri ödeme yapmışlığınız yoksa kredi (ve dolayısıyla kredi kartı) alabilme şansınız oldukça düşüktür... Biraz kısır döngü gibi gözüküyor degil mi?  Başlangıçta yapabileceğiniz birkaç şey var:

Kredili Hesap: (Gelir gelmez bir bankada hesap açtırmış olduğunuz ve bu hesapta bir miktar para olduğu varsayımıyla) Bankanıza gidip öğrenciler için kredili hesapları olup olmadığını öğrenebilirsiniz (Hani şu hesabınızda para biterse otomatik devreye giren cinsten kredi). Böyle bir hesabı (Kredi limiti birkaçyüz dolarla sınırlı da olsa) açtırabilme şansınız yüksektir. Açtırdıktan sonra mümkün olduğunca o krediyi kullanıp vaktinde geri ödemeye dikkat etmeniz lazım tabii Birkaç ay sonra da bankanızdan bir kredi karti alabilirsiniz.(New England bölgesinde Fleet Bank'in böyle bir uygulaması var.)

Öğrenci Kredi Kartları: Okulunuza kredi kartı firmalarının gelip gelmediğini kontrol edebilirsiniz (kantin civarındaki boardlarda ilanları olabilir, satış elemanları okullara gelip el ilanları dağıtabilirler, vs.). Bu kartlar en kolay alabileceğiniz kartlardır, ancak faiz oranları genellikle yüksek olacaktır.

Depozitli Kredi Kartları: Bunlar genellikle bir hesaba depozit şeklinde yatıracağınız miktar kadar size limit veren kartlardır. Diğer bir deyişle, siz kredi kartı firmasi veya banka nezdinde bir hesap açıp bir miktar para yatırırsınız, onlar da size aynı miktarda limiti olan bir kart gönderirler. Burada bir yerde kendi paranızı harcıyor olacağınızdan, ilk iki seçenek işlemediği takdirde düşünmek isteyebilirsiniz Hangi seçeneği uygularsanız uygulayın, dikkat etmeniz gereken şey kredinizi kullanmanız ve vaktinde en azından minimum ödemeyi yapıyor olmanızdır. Kredinin tamamını ödemeniz tabii ki iyidir ama, öncelikli değildir...

* Ehliyet: Burada sizlerle paylaşmak istediğim iki nokta var: Birincisi, ehliyet almak için social security numarasına ihtiyacınız olmadığı (iki yılda en az otuz kişiden duyduğum bir mittir). Eğer social sec. numaranız yoksa ve ehliyet almak istiyorsanız, social security ofislerinden birine gidip "ehliyet almak üzere bir Denial Letter'a ihtiyacınız olduğunuzu söyleyin. Size "Bu kişi social security numarası alamaz" türünde bir mektup vereceklerdir. Bu mektup ve diğer istenen evraklarla birlikte RMV'ye (Registry of Motor Vehicles - DMV de denir) giderseniz ehliyet sınavına girmeye hak kazanırsınız. Ki bu da tam ikinci noktamız oluyor: Massachusetts'ta (başka eyaletlerde de olduğunu duymuştum) isterseniz yazılı sınavı Türkçe alabilirsiniz. İngilizce sınavı bilgisayardan alırken (bu her seferinde soruların değişmesi anlamına gelir), Türkçe sınav burada birkaç yıldır aynı testin fotokopiyle çoğaltılmasından ibarettir. Eğer sizinle birlikte ehliyet almak isteyen bir arkadaşınız varsa ikinizden birinin sınava daha önce girmesi suretiyle nurtopu gibi bir cevap anahtarınız olacaktır Bizdeki anahtardan bizden sonra herhalde bir on kişi falan sebeplenmişti....

Benden bu seferlik bu kadar. Umarım bu bilgiler biraz da olsa işinize yarar.

Hepinize iyi şanslar diliyorum "Fırsatlar Diyarından"!! ;-)

13 Şubat 2016 Cumartesi

Amerikan Rüyası, Amerika'da Yaşam Hikayesi!


Herkese çok uzaklardan ama bir ekran kadar yakınınızdan Merhaba! 


Arkadaşımın talebi üzerine sizlere bu ay Amerika Birleşik Devletleri’nde edindiğimiz yaşam tecrübelerinden bahsetmek istiyorum. Aslında bu yazıyı geçen senenin yine bu zamilanlarında, yani Amerika’ya geleli daha bir kaç ay olmuşken yazmış olsaydım, eminim ki içeriği çok daha geniş ve farklı olurdu; artık alışkanlık haline gelmiş değişimleri tekrardan belirlemek oldukça güç. 

Size anlatacaklarım bizlere dünyanın diğer yüzünde gösterilen ekran Amerikası’ndan farklı şeyler, Hollywood Amerikası değil: Amerika’nın Gerçek Yüzü! Öncelikle “Gerçek Amerika” ile neyi tanımladığımıza bir açıklık getirmek isterim. Milyonların yaşadığı ve birer işletme, turizm ve azınlıkların sığınma bölgesi haline gelmiş olan şehirlerden değil, Amerika’nın büyük bir çoğunluğunun yaşamakta olduğu taşradaki kentlerden bahsediyorum. Yerleşimin yoğunluk kazandığı bu bölgeler, düzenli yaşam standartları ve düşük suç oranı sebepleri ile aileler tarafından büyük talep görüyor. Yine başka bir noktaya daha açıklık getirmek gerekir ki, Amerikalı diye bahsettiğimiz çoğunluk dünyanın türlü ırklarını barındıran bir karmadır, içinde Çinlisi de, Meksikalısı da, Zencisi de, Türk’ü, v.s. bulunan bir karma toplum. O karma ki Gerçek Amerika’nın içerisinde onun gerçek yüzü ile savaşarak, hayalinde oluşturmuş olduğu o harika dünyayı yakalama hevesiyle çırpınan bir insan sürüsü. 

Nereden başlasam, nasıl anlatsam... Ülkeye adım attığınız andan itibaren –eğer yasalsanız- size verilen sosyal sigorta numarasını temiz bir özgeçmiş ile korumanız gerekiyor, neden mi? Bu sigorta numarası sizin yaptığınız bütün işlemlerin kaydını tutmakta ve atacağınız her adımda geçmişinizi denetlemek amacıyla kontrol edilmekte. Örnek verecek olursak: Trafikte aldığınız bir ceza –bu ister sürat, ister alkollü araç kullanmak olsun- sonucunda sadece araç sigortanızın aylık ödemelerinin artmasına değil, yeni bir araba alacağınızda yapacağınız aylık ödemelerin de artmasına sebep oluyor. Yine aynı sigorta numarası, kredi geçmişinizi ilgili finansal kuruluşlara sağlayarak yeni bir ev, bilgisayar v.s. almanızda kredi notunuzun düşüklüğüne göre size özel bir faiz uyguluyor. Kısacası bu numara sizin siciliniz ve ne kadar iyi bir siciliniz varsa, ileriye doğru o kadar iyi ve emin adımlar atabilirsiniz, aksi takdirde öyle bir an gelir ki eliniz kolunuz bağlanır, çünkü bu numara olmadan pek bir şey yapmanız mümkün değil. İşte sırf bu numaranın bağlayıcı etkisi ile insanlar trafikte mümkün olduğunca hata yapmamaya, kredi borçlarını zamanında ödemeye çalışıyorlar. Amerika’da bahsedilen sistemin işlerliğinin bir sebebi bu numara sayesinde oluyor; insanlar kurallara bu dolaylı tehdit sebebiyle, korkularından saygı duyuyor diyebilirim. Ama şöyle bir gerçeği de belirtmek gerekir ki, kredi geçmişlerini mümkün olduğunca iyi tutmaya çalışan, tüketim ekonomisinin yoğun reklam stratejileri ile hedefi olan bu Amerikan topluluğunun yarısından fazlası kredi borçlarının batağına saplanmış durumdalar. 

Türkiye şartları ile karşılıştırıldığında göz önünde olan araba sahibi olmaya gelince: Evet, burada araba sahibi olmak oldukça basit. Bir haneye ait araba sayısının 3 olması gayet standart bir rakam. Size bankalar veya sayısız kredi kuruluşlarının sunduğu imkanlar aracılığıyla, ister 60 ay isterseniz daha uzun vade ile ayda 200$ gibi cüzzi miktar ile araba satın almanız mümkün. Yalnız bunu hayat standardınızı artırmak amacı ile değil, Amerika’da yaşayabilmek amacı ile yapıyorsunuz. İnsanlar burada yaşamlarının çoğunu arabalarının içerisinde geçiriyor desem yalan olmaz. Her şey arabanızın penceresinden uzanarak yapılabilecek hale getirilmiş. Gideceğiniz marketin uzaklığı ve yapacağınız market alışverişi kesinlikle yürüyerek yapabileceğiniz bir şey değil –toplu taşıma diye bir olay yok zaten-, telefon ile evlere servis sadece pizza veya sandwich sektörlerinde mevcut. Bizdeki bakkal veya kapıcı sistemini ne kadar özlediğimizi anlatamam. 

İlk gelen kişi için mutfak masrafları oldukça ucuz görünebilir, fakat Amerikan toplumunun en büyük sorunu olan obezitenin kaynağı aslında bu ucuz yemekten kaynaklanıyor. Sağlıklı beslenmenin oldukça pahalı olduğu bir kenarda dursun, en basitinden gerçek patates veya tavuk yemek lüks sayılıyor. Bir restorantın reklamının “Biz gerçek tavuk pişiriyoruz” demesi garip sayılmıyor. Mikrodalga fırında pişirilebilecek iki dakikalık yemekleri mi dersiniz, ısırınca ağzınızı garip bir tadın aldığını farkettiğiniz o cilalanmış meyveleri mi dersiniz... Görünüşün hiçbir şekilde sizi aldatmaması gerektiğini öğreneceğiniz yegane yerdir burası. 

Peki bu kadar insan neden Amerika’ya özgürlük için, PARA için geliyor?

Özgürlük için gelme amacı doğrudur. Hakkınızı her yerde, her şekilde savunmanız mümkündür, yeter ki azınlık olun, yeter ki elinizde yazılı bir kanıtlayıcı belge olsun. Ama derler ya “ağlamayan bebeğe kimse mama vermez”, hakkınızı ve nerede nasıl kullanmanız gerektiğini bilmeniz gerekiyor, yoksa sistem içerisinde ezilir gidersiniz. Bu hakları ve getirileri öğreneceğiniz başlıca merkezler azınlıkların oluşturduğu lobiler –ki en gelişmişleri Amerika’da oldukça fazla yıldır tutunmasını becermiş Çinliler ve Hindistanlılar (birbirlerini çok iyi kolluyorlar)- ve eğitim kuruluşlarıdır. Azınlıkların oluşturduğu bu lobiler ilk göç etmiş kişilerin burada değişime ayak uydurmalarına, her türlü ihtiyaçlarına çözüm bulmalarına büyük yardımda bulunuyorlar. En büyük sorun, bu tür oluşumların Türkler tarafından oldukça geç farkedilmesi ve hala gelişim içerisinde türlü aksaklıklara sahip olmasıdır. Burada genelde Türkler birbirlerine değil yardımcı olmak, Türk olduklarını bile saklayarak yıllar geçirmişler. Elini versen kolunu kurtaramazsın türünden yüzlerce tecrübe geçirdikten sonra oluşmuş bu önyargı bu oluşumun gerilerde kalmasının sebebidir. 

Eğitim konusu, ayrı bir mesele. Eğitim masrafı oldukça yüksek görünmesine rağmen, Amerikan vatandaşlarını yüksek eğitime teşvik etmek amacı ile federal hükümet tarafından verilen yüzde sıfır faizli 25 seneye varan ve iş sahibi olmadan ödeme yükümlülüğünüzün olmadığı ve tüm üniversite hayatınız süresince aklınıza gelebilecek tüm masrafları kapsayan kredi ile ödemek mümkün olmaktadır. Eğer bu krediyi alamıyorsanız diğer kredi kuruluşlarından alabilceğiniz düşük krediler veya ya güçlü vakıflardan ya da üniversitenin kendisinden kazanabileceğiniz burslar da eğitiminizi destekleyebilir, amaç belli: Yeter ki okuyun! Yine sosyal hizmetlerin oluşturduğu bir sistem ile çocuklu evli olmayan (sosyal problemlerin en büyüğünü teşkil eden bir çoğunluk grup) ama okumaya devam etmek isteyen anneleri gerek barınma, gerek çocuklarının bakımı, gerekse ek iş sahibi yapmak için yardımlar mevcut; yeter ki okusunlar. 

Peki bu kadar desteklenen eğitim sistemi nelerden ibaret, isterseniz bu konunun özellikle bizi ilgilendiren kısmına açıklık getirelim. Ekonomi profesörümün buraya master eğitimim için gelmeden önce söylediği bir sözü kulak ardı etmiştim: Amerika’da yaptığım master eğitimi benim Türkiye’deki 10 yılıma bedeldir. Geldiğimin ikinci haftası nasıl bir zorlukla karşılaştığımın farkına vardım. İlk ödevim bir hafta içerisinde okumasını bitirmem gereken -sadece bir ders için- yaklaşık 200 sayfalık döküman ile kalmıyor, o döküman hakkında bir analizdi. İlk notum tabi ki D oldu. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Hoca ile konuştuğumda benim yazımı yeniden düzenlememe ve istediği formata sokmama izin vermemesinin sebebi, ayrımcılık ilkesine aykırı düşmesiydi: çifte standart kesinlikle kabul edilmez olgusunun ilk tokatını yemiştim. Aldığım sadece 3 ders vardı ve günün 24 saati bu derslerin ödevlerini yetiştirmeme yetmiyordu. Ne yalan söyleyeyim dönemin ortasında dünyanın bir çok ülkesinden gelen arkadaşlar ile benim evde yaptığımız konuşmalarda neredeyse uçak biletlerimizi alıp ülkelerimize geri dönmeyi planlıyor, ama son anda dayanabileceğimizi düşünüp vazgeçiyorduk. Yine ben aralarında en şanslılarıydım, çünkü Türkiye’nin şartları geri dönülebilecek nitelikteydi, kimisi ülkesindeki iç savaştan, kimisi maruz kalacağı birtakım ırkçı saldırılardan, kimisi ise dönecek gerçekten bir ülkesi olmadığından ve uçak bileti olmadığından yakınıyordu. Hepimiz o dönemleri atlattık çok şükür. Türkiye’de bir sene içerisinde bitirdiğimiz tezler ya da dönem ödevleri bizim burada normal, rutin haftalık ödevlerimiz. Siz gözünüzde canlandırın artık. 

Eğitim için dayanıklılık testinin içerisinde olan ben, bir de para için olan dayanıklılık konusuna değinmek istiyorum. İlk bilinmesi gereken gerçek: Amerika’da cebinizde para olmadan yaşamanız im-kan-sız. Attığınız adım (benzin), soluduğunuz hava, içtiğiniz su, seyrettiğiniz televizyon... Hepsi para ile. Ama para kazanmanız imkansız değil. Gerek öğrenci olun (F1 statüsü ayrı bir mesele), gerekse işçi, istediğiniz kadar çalışabilirsiniz. Aile geçimine katkıda bulunan bir annenin üç farklı işte çalışması oldukça normal bir durum. Anne sabah erkenden okul otobüsü ile çocukları evden alıp okula bıraktıktan sonra benzin istasyonuna gidip okul çıkış saatine kadar çalışıyor, sonra çocukları evlerine bırakıp üçüncü işine akşamın belli bir saatine kadar gidiyor. Buralardan elde ettiği maaş ile hem ev masraflarına hem de kendi masraflarına katkıda bulunuyor. Bir aile babası eğer evinin arka bahçesinde çocuklarının yaz aylarında vakitlerini geçirmeleri için havuz yaptırmak istiyorsa normal işinin dışında ek bir part time iş buluyor. Fakat bir çelişkidir ki, bu baba çocukları ile oldukça az vakit geçirebiliyor. Eğer ek iş gerektirmeyecek kadar fazla bir gelir getiren bir iş varsa ve bu iş günde dört saatini yolda geçirmesine ya da eyalet dışında çalışmasını gerektiriyorsa bunu gönül rahatlığıyla kabul ediyor. Sorun, istediğin standartları oluşturduktan sonra bu standartları kullanmanı gerektiren vaktin var mı yok mu? Büyük ekran televizyon alıyor, uydu bağlantısını kurduruyor ve günün sadece bir saatini bu tv başında geçirebiliyorsan, arka bahçendeki havuzu bir gün bile kullanamıyorsan, hani standart? Kısacası gerçek Amerika’da standartları oluşturmak var ama standartları kullanmak beceri ve özveri istiyor. 

Bahsi geçen iş türleri part-time iş türleridir. Amerikan ekonomisinin bu günlerde yüzleştiği işsizlik sorunun temelinde NAFTA anlaşmaları ve globalizm adı altında işgücü daha düşük maliyetli ülkelere taşıdığı fabrikalar yatmaktadır. Gittikleri ülkelerdeki işsizlik sorununu ve kendi maliyet sorunlarını çözen bu büyük firmalar gün geldi kendi ülkelerinde talep sıkıntısı ve işsizlik sorunu oluşturdular. İmalat sektörü yavaş yavaş yerini hizmet sektörüne bırakıyor ve insanlar artık birkaç part-time işte çalışaraktan geçim masraflarını karşılayabilme durumuna gelmiş durumdalar. 

Hani hep insanlara sağlık, sıhhat dileğinde bulunulur ya, Amerika’da yaşayan kimseler için özellikle bu konuda özellikle dua edilmesi gerekiyor. Hangi birini anlatsam ki. Yediğiniz gıda maddelerinden kaynaklanabilecek sağlık sorunları, türlü virüslere maruz kalınca kullanmanız gereken antibiyotikler ve onların yan etkilerini geçirecek başka ilaçlar ile iyice çöken sisteminiz, hastalığınızın sadece bir kaç dönemlik yok olmasını sağlayan uyduruk ilaçlar ve en önemlisi sağlık masrafları v.s. Hastahane masrafları tahmin edemeyeceğiniz kadar yüksek. Ufak bir yaşanmış örnek: Japon bir arkadaşın akşam yaşadığı bir mide sorunundan dolayı hastaneye kaldırılması ile bir gece için kendisine gelen ertesi günkü fatura 4000 (dört bin) doların üzerinde bir rakam, bunun içerisinde bir kutu aspirin 20 (yirmi) dolar ki markette aynı aspirin 1 (bir) dolar bile değil. Arkadaşın sağlık sigortası hastahane masrafının bir kısmını karşıladı elbet ama yine kendi ödemesi gereken yüklüce bir miktar vardı. Ödemezseniz elinizdeki her şey anında haciz konularak alınıyor ya da yabancı iseniz sınır dışı ediliyorsunuz. Yani gerçek Amerika’da sağlığınızı tehdit eden faktörlerin bombardımanı altında kendinize iyi bakacaksınız ki yolunuz hastahaneye düşmesin, Allah korusun. Amerika’nın saplandığı sağlık sisteminin gerçeklerini öğrenmek isteyen arkadaşlara önerim, Denzel Washington’un başrolde oynadığı “John Q” filmini izlemeleridir; Hollywood’un Amerikan gerçeklerini gösterdiği nadir filmlerden biridir. 

Kendini tanımak, sınırlarını zorlamak ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen herkese açık olan bu ülkeye gelmek de burada yaşamak da oldukça pahalıya mal oluyor, ama ödülü de yok değil. Yeter ki dayanıklı ve en önemlisi savaşçı olun. Burada bahsettiklerim büyük resmin sadece küçük bir köşesi. Gerçek Amerika’nın listesi sanılandan çok daha uzun ama çözüm araştırmaları büyük finansörlerin desteğiyle hala sürmekte. Şunu unutmayalım arkadaşlar; dünyanın her yerinde insan insandır. Ve insanların istekleri sınırsızdır. Bu isteklerini gerçekleştirmek için nerede yaşarsa yaşasın, hangi sistem içerisinde çırpınırsa çırpınsın, hayatı boyunca çalışır, didinir ve muhteşem bir motivasyon enerjisi ile o hayalinde yaşattığı güzel dünyaya ulaşmak ister. İçerisinde yaşadığım sistemin bazı önemli getirileri var ki bunların uygulanması ile tüm olumsuz göstergeleri Türkiye’nin aleyhine çevirmek mümkün olacaktır, bu konudaki önerilerimi önümüzdeki ay inşallah açıklayacağım

10 Mayıs 2015 Pazar

Polonya'da Eğitim : University of Wroclaw

Polonya'nın Wroclaw şehri 2016 Avrupa Kültür başkenti seçildi.Yaklaşık 5 aydır burdayım.University of Wroclaw muhteşem ana kampüsüyle büyüleyici bir okul.Şunu söyleyebilirim ki Erasmus olarak geldiğim bu okula Master için tekrar gelmeyi düşünmeye başladım.Şehir temiz, müreffeh, Polonya'nın 4.büyük şehri olarak kabul ediliyor.Finansal anlamda Polonya diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha rahat edebileceğiniz bir ülke, Erasmus hibesi diğer ülkelerde ilk ayda tükenirken, dikkatli bir harcama programıyla Erasmus hibesiyle Polonya'da geçinebilmeniz mümkün....

Yurtlar gayet konforlu, içerisinde mutfağı ve banyosu 4 kişi tarafından paylaşılan 2 kişilik oda 477 zloti aylık.Yanyana iki yurt binası var bunlar Olowek ve Kredka...Bu yurtlardan şehrin her yerine ulaşım oldukça kolay ve 10 dakikalık yürüme mesafesinde Pasaz Grunwaldzki adlı alışveriş merkezi ve yurdun hemen karşısında öğrenciler için biçilmiş kaftan Carrefour bulunuyor.Yurdun karşısında ayrıca oldukça seviyesiz bir gece kulübü olan Alibi club var.Daha kaliteli ortamlar için Eter ve Melanz Clubı önerebilirim...

Polonya'da üniversite eğitimi yıllık 3000 Euro, giriş şartları için okulların kendi web sitelerine bakabilirsiniz.